Aile ve Çift Terapistimiz Klinik Psikolog Enise Akgül ve ve Dernek Başkanımız Dr. Ömer Akgül tarafından yapılan “PANDEMİDE KADIN ROLLERİMİZDE YAŞANAN DEĞİŞİMLER ARAŞTIRMA” sonucu “Pandemi’de Kadın” konulu 7. Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresinde Enise Akgül tarafından sunuldu. Kongre sunum bildiri metnine aşağıdan ulaşabilirsiniz.

enise.akgul@kimpsikoloji.com

Bu resimi yapan sanatçı Hindistan’ın Trissur şehrinden 9. sınıf öğrencisi Ajunath sindhu Vinayala. Babası annesinden bahsederken sürekli ‘’O çalışmıyor, sadece ev kadını’’ dediği için Ajunarh bu tabloyu yaptı. Annesinin boş durduğunu hiç görmediğinden babasının böyle konuşmasına çok şaşıran Ajunath, annesinin günlük rutin hayatını gösteren bir resim çizip öğretmenine gösterdi. Öğretmeni de bunu valiliğe yolladı. Sonunda resim Hindistan’ın 2020-2021 cinsiyet bütçesinin kapak resmî olarak seçildi.

Pandemide Kadınlık Rollerimizde Yaşanan Değişimler

Değiştirdiklerimiz, Vazgeçtiklerimiz ve Kazandıklarımız


ÖZET

En büyük varoluşsal mekanizmalarımızdan biri olan “hayatta kalma arzusu veya dürtüsü”, son bir yılda hepimizi çetin bir sınava aldı. 2019 yılı itibariyle başlayan Pandemi sürecinde kitlesel, global bir zorluğun içinde tüm dünya olarak bir savaş vermekteyiz. Toplumsal ve hatta kitlesel bir travma olarak değerlendirilebilecek olan bu durumun, ilk kez bu kadar büyük çapta oluşu ve olabilişi karşısında ilk şok evremiz geçti. Her birimiz yaşamındaki kısıtlanmalar, kısılmalar, kıstırılmış hissetmeler karşısında farklı adapte olma becerileri ile bu süreci geçirmeye çalışıyoruz. Bu zorluğun tanımı Psikolojinin penceresinden incelendiğinde “toplumsal bunalım” olarak yapılmakta, kitlesel olarak yaşanan travmatik olayların toplum ve toplumu oluşturan bireyler üzerindeki etkisi şeklinde tanımlanmaktadır. Toplumsal travmalar, kayıp, fiziksel ve psikolojik hasar ve acıya neden olan katastrofik bir olayla başlayan bir sürece bağlı olarak gelişen ve belli bir grup ve grubu oluşturan bireyler üzerinde etkisi olan olaylar” (Yılmaz, 2018) olarak değerlendirilmektedir. Toplumsal ve hatta küresel travmanın kişilerin günlük yaşamındaki varoluşlarında elbette çok büyük ve derinlemesine etkileri söz konusu. Global bir dünyanın getirilerinden biri olarak global bir tehdit karşısında her birimiz farklı savunma mekanizmalarının kullanımı ve farklı değişimlerden geçerek baş etmeye çalışmaktayız.  Çünkü “küresel salgın öncelikle bireylerin yaşamlarını, varlıklarını tehdit eden, herkes için sıkıntı verici niteliği olan bir travma ve travmatik etkiler bireyin sınıfsal yapısı, sosyoekonomik durumu, kültürel özellikleri, bireysel özellikleri ve ruhsal altyapısı çerçevesinde değişkenlik göstermekte.  Bu örseleyici yaşam deneyimine sürecin farklı dönemlerinde verdikleri ruhsal tepkiler de öncelikle her birey, grup ya da sosyal sınıfta farklı düzeylerde yaşanmakta” (Kaya, 2018). Bu çalışma, Covid-19’un bizi taşıdığı pandemi sürecinde bireysel alanda kadınların yaşadığı değişime odaklanmakta ve nelerin değiştiği, nasıl değiştiği, bu değişimin hangi kişilerde nasıl meydana geldiği sorularına cevap aramaktadır.  Küresel bir travmanın, toplumdan bireye, herkesin rollerini içerik ve şekil anlamında değiştirdiği hipotezinden hareketle bu çalışmada pandeminin Türkiye’deki kadınların rollerini nasıl, ne ölçüde değiştirdiği, etkilediği konuları, Rol Kuramı ve Travma bakış açısının birlikte değerlendirilmesi ortaya konacaktır. Bu cevabın aranmasında Toplumsal travma ve etkileri ile ilgili bilgilere yer verilecek, Rol Kuramının içeriğinden faydalanılacak ve bu içerik doğrultusunda hazırlanan anket çalışmasından elde edilen veriler değerlendirilecektir.

KÜRESEL TRAVMA VE BİREYSEL ALANA ETKİLERİ

Normlarımızı ve normallerimizi inşa ettiğimiz, günlük yaşam içeriklerimizdeki eylem modlarımız ile kurduğumuz bir dengede yaşamlarımızı sürdürmekteyiz. 2019 yılı Pandemi sürecinin başlaması ile tüm dünya; eski alışkanlıklarını, ritüellerini, yaşam tarzlarını adına artık “eski normal” diyerek geride bıraktı. Bu eski normale eklenen çaresizlik, kısılmışlık, tekinsizlik, kaygı, çaresizlik, korku ve endişe duyguları ile birlikte bir ekosistemik stresle “yeni normal”ler oluşturmanın çabası ise devam etmekte. Bu kadar büyük çapta bir değişimin adı şüphesiz “travma” sözcüğü ile karşılık buluyor. Tıpkı savaş, terör, doğal afetler, taciz/tecavüz vb travmalarda olduğu gibi öncesi ve sonrasında büyük bir kırılma yaratan ve sonrasının öncesine benzemediği bir değişim yaratan travmalar, bugün “salgın” adı altında tüm dünyada yaşanmakta. Yapabilirlik ve olabilirliklerin büyük oranda değiştiği bu süreçte travma kavramının ve etkilerinin anlaşılmasının önemi büyük.

2012 yılında SAMSHA; ‘Travma, bir bireyin fiziksel veya duygusal olarak zararlı veya tehdit edici olarak deneyimlediği ve bireyin fiziksel, sosyal, duygusal işlevselliğini veya ruhsal açıdan iyi hissetmesini olumsuz etkileyen bir olay, olaylar silsilesi veya bir dizi koşuldan kaynaklanır’ demektedir. Amerikan Psikiyatristler Birliği tanı sınıflandırması olan DSM’de bu değişim çarpıcı olarak görülmektedir. DSM-III (1980) travmatik olayları ‘alışılagelmiş insani deneyimin ötesinde…’nitelendirmesi ile betimlemeye başlarken, DSM-IV’te (1994) kişinin karşısında çaresizlik, korku ve dehşete düşme ve yok olma tehdidi deneyimlemesi travmatik olayın belirleyicisidir, DSM-5’te (2013) ise tüm bunların kapsamı genişlettiği öne sürülerek olayın alışılagelmiş insani deneyimin ötesinde olmasının (elbette ki dayak, tecavüz, ev içi şiddet aslında travmatik ve oldukça olağan bir deneyimdir Hermann (1992,1997)) ve kişinin öznel deneyiminin travmatik olaya etkisi ortadan kaldırılmış, travmatik deneyim bir enfeksiyon hastalığı gibi tıbbileştirilerek ve tek bir mikroorganizma tarafından oluşturulan bir hastalık gibi ‘standart’ olarak tanımlanmıştır. DSM 5’te travmatik olay; ‘doğrudan yaşanılan ya da doğrudan tanıklık edilen ya da aile bireyi ya da yakın arkadaşın başına gelen ya da mesleki olarak deneyimlenen gerçek göz korkutucu bir biçimde ölümle ya da ağır yaralanmayla karşı karşıya gelmiş ya da cinsel saldırıya uğramış olma’ olarak tanımlanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün tanı sistemi olan ICD’de benzer bir değişiklik söz konusudur. ICD-10’da ‘hemen hemen herkes de yaygın sıkıntı neden olabilecek son derece tehdit edici veya katastrofik özellikte stresli bir olay veya duruma (kısa veya uzun süreli olarak) maruz kalmak’ olarak değerlendirilirken, ICD-11’de ‘aşırı derecede tehdit edici veya korkunç bir olaya maruz kalmak’ olarak nitelendirilmektedir (Başterzi ve ark., 2019).

Bir başka tanımlama da (Saul, 2014) toplumsal travmanın çoklu düzeyde meydana gelen daha geniş bir sosyal etki ve sosyal güven kaybı özelliğini vurgular: “Toplumun sosyal, kültürel ve fiziksel ekolojisinin birlikte yara aldığı, kişilerarası ilişkiler düzeyinde olumsuz sonuçlara neden olan travmatik olaylar” Sonuç olarak toplumsal bunalım, – Bağımlı, pasif, sessiz, güvensiz, kuşkucu bir toplum; – Geleneksel yapının, kurumların ve bilinen yaşam biçiminin çökmesi; – Sosyal normlar ve etik anlayışta bozulma gibi görünümlerle ortaya çıkar.

Travmanın verdiği acı, ıstırap, korku, çaresizlik, dehşet vb duyguların kişinin travma sonrasındaki yaşamında da belirli bir süre Travma Sonrası Stres Bozukluğu adı altında tanım bulan bir takım semptomlara yol açtığı da bilinmektedir. Kişiyi veya toplumu “hasta” eden bu denli yoğun etkileri olan bir olayın toplumsal ve küresel bazda bir salgınla yaşanması durumu ile karşı karşıya kaldığımız bu süreçte dünya tarihimizde yaşanmış pandemi/salgın süreçleri tekrar gözden geçirilmiş ve tecrübi bilgilerden faydalanılmaya çalışılmıştır.

Taylor (2019) Pandeminin Psikolojisi adlı kitabında, küresel ölçekteki salgınların beş önemli psikososyal durumu ortaya çıkardığına dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi, salgının bulaşma ve ölüm riskinin olması nedeniyle insanların panik bir şekilde alış-verişe yönelmesi, gıda ve temizlik malzemesi stoklamaya başlamasıdır. İkinci olarak virüsün kaynağı olarak kabul edilen ve tüm dünyaya yayılmasına neden olduğu varsayılan toplumlara karşı dışlanma ve damgalanmayı içeren ırkçı tutum ve davranışların sergilenmesidir. Üçüncüsü sağlık kaygısı ve bulaşma şüphesi nedeniyle gereksiz bir şekilde sağlık sisteminin meşgul edilmesidir. Dördüncüsü salgının bulaşmaması için uygulanan zorunlu izolasyon, sosyal mesafeyi koruma, evde kalma gibi durumlara tahammül edememe ve yasaklara uymama davranışlarıdır. Beşincisi de salgınla ilgili gerçek ve doğru bilgilerin yanında asılsız iddialarda ve komplo teorilerinde bir artışın olmasıdır (Taylor, 2019) der.

Toplumsal travmalar karşısında varoluşsal krizle başa çıkmak, büyük bir adaptasyon kırılması sonrasında hayatta kalma içgüdüsü ile yeni adapte olma yöntemleri keşfederek yeni normalimizi oluşturmaya çalışmaları yapmayı gerektirir. Bu noktada “adaptasyon” çok önemli bir kavram olarak karşımıza çıkar. Savunma mekanizmaları, baş etme stratejileri kişiden kişiye değişiklik gösteriyor olmakta beraber, bazı ortak paydalar da kişilere öncülük, rehberlik edebilmektedir. Bu noktada “Who shall survive” kitabının yazarı Moreno; spontan ve yaratıcılıklarını hayata geçirmeyi başaranların, yarına kalmayı da başarabileceklerini savunur (Altınay, 2010). Spontanite eski ve yeni durumlara, yeni ve uygun tepkiler verebilme becerisidir. Yani bir davranışın spontan kabul edilebilmesi için uygun olması, başka bir deyişle kişiyi hedefe ulaştırması gerekir. Spontan davranış bilinçli, amaca ve koşullara uygun ve yeni bir davranıştır. Pandemide hepimiz, eski davranım kalıplarına yeniler eklediğimiz, bazı davranışlarımızı tümüyle bıraktığımız, bazılarında ise değişime gittiğimiz bir süreçten geçiyoruz. Bu çalışmada Moreno’nun Rol Kuramından faydalanılarak elde edilen üst başlıkların altı çok çeşitli davranışlar/eylem kalıpları yani roller ile detaylandırılmış ve oluşan değişikliğin ortaya konması amaçlı bir anket çalışması yapılmıştır. Rol tanımı ve rollerin sınıflandırılması travmanın etkilerinin yaşam özetini sunması açısından kullanışlı bulunmuştur.

ROL KURAMI

Rol kuramı psikoloji alanında daha ziyade psikodrama tekniğinin içeriğinde karşımıza çıkmaktadır. Kuramın kurucusu Zerka Moreno’dur. Rol, “kontekstteki bir ya da daha fazla kişinin davranış karakteristikleri” olarak tanımlanır (Budak, 2000). Bu çalışmada da eylem metodu ve davranış kelimeleri “rol” ile aynı anlamda kullanılmaktadır. “An” larda tanım bulan tavır, tarz, yöntem, duruş, eyleme geçme ve tepki verme şekillerinin hepsi rol kavramının içinde kişinin hayatının bir yönünde sahip olduğu pozisyonda nasıl ve ne şekilde davrandığının tümünü anlatmaya çalışır. Zira her davranışın mesela “yemek yemek”: “yemek yiyen rolü” olarak bir karşılığı bulunmaktadır. Rol, kişiliğin somut, elle tutulur hale gelmiş şeklidir. Bu anlamda eylem ve davranışlarda gözlemlenebilir hale gelir. Moreno’ya göre kişinin en küçük bileşeni roldür ve “ben” rollerden çıkar (Moreno, 1934). Rol’ü kişiyi inşa eden her şey olarak da tanımlamak mümkündür. Bu sebeple rol içerikleri değiştiğinde kişinin değişimi de rol üzerinden takip edilebilir. Moreno’nun rol kuramına göre roller birbirini tamamlayıcı bir özelliğe sahiptir. Yani bir rolün ortaya çıkışı ve sönümlenişi diğer rol içeriklerini etkiler. Bu araştırmada rollerdeki değişimlerin birbirini tetikleyici olasılıkları üzerinde de durulacaktır. Eylem metodunun kullanımında öne çıkan Psikodrama tekniği bu çalışmadaki rol okumaları için bize ışık tutmaktadır. Rollerin görünür olduğu davranışların sınıflandırılmasında rol kategorilerinden faydalanmak yerinde olacaktır.

Moreno’ya Göre Rol Kategorileri

Psikodramada rol, dört kategoride ele alınır. Bunlar somatik roller, psişik roller, sosyal roller ve transandant rollerdir. İnsanın gelişimi somatik rol ile başlayarak, duyguların anlam bulduğu psişik role ve sosyal rolleri kazanışımızdan da transandant role doğru sürekli bir ilerleme ve/veya değişme halidir (Altınay, 2000).

Somatik Rol: Somatik roller embriyonel dönemde, bebeğin ana rahminde yaşamını sürdürdüğü yerde başlar ve doğumla beraber daha da aktif hale gelir. Hayatta kalmamızı sağlayan tüm bedensel rolleri kapsar. Bebeğin somatik rolleri başlangıçta sadece bedensel hareketler, fiziksel ihtiyaçların giderilmesi ve çok sınırlı bazı fiziksel tepkilerin verilmesi ile sınırlı bir dönem iken yetişkinlikte de hayatta kalmamızı sağlayan en temel sorumluluklarımızın altını çizer. Bu çalışma içerisinde pandemi ile birlikte somatik rollerin içeriğinde (Yeme davranışı, Gezme davranışı, Uyuma davranışı, Özbakım yapma davranışı, Süslenme davranışı, Spor yapma davranışı, Cinsellik davranışı ve Yorulma davranışı (bedensel yorgunluk) ) ortaya çıkan değişimler sorgulanmıştır.

 Psişik Roller: Duygu, hisler, sezgiler psişik (ruhsal) roller olarak tanımlanır. Somatik rollerin üzerine inşa olan ve duygu dünyasının, ruhun gelişimini anlatan rol kapsamıdır. Zevk alan, algılayan, üzülen, aşık olan, acı çeken, inatçılık yapan, sinirlenen gibi… duygular bebeğin yaşamına girmeye başlar. Genellikle ilk kez anne ve en yakın çevre ile deneyimlenerek repertuara alınan bu roller eş ile yaşanan karşılıklı ruhsallık aşamasına kadar pek çok evreden, zenginleşmeden, değişim ve gelişimden geçer. Tüm ilişkilerdeki alışveriş süreçlerinde belirleyici bir etken olan psişik/ruhsal/duygusal rollerimiz yaşam içeriğimizin önemli bir kısmını belirlemektedir. Bu çalışma içerisinde pandemi ile birlikte psişik rollerin içeriğinde (Sevgi gösterme, Kızma, Sıkılma, Tedbir alma, Kabullenme, Beklentide olma, Sevgi görme, Hatırlatma, Kavga etme/Tartışma, Kendini anlatma, İlgilenilen olma, İlgi gösteren olma, Dinlenebilme, Zihni yorulma, Duygusal yorulma, Dedikodu yapma, Nazlanma, Eleştirme, Yargılanma/eleştirilme, Takdir etme, Takdir edilme, Susma, Kaygılanma, Korkma, Tedbir alma, Kendi içine dönme, Kendini dinleme, Yalnızlaşma, Sitem etme, Eğlenme) ortaya çıkan değişimler incelenmiştir.

Sosyal Roller: Somatik ve psişik rollerin kazanımına eşlik eden sosyal rol insanoğlunun, bebeklikten başlayarak giderek genişleyen bir sosyal çevre içerisine dahil oluşunu anlatır. Alınan ilk sosyal rollerden biri “çocuk” rolüdür. Ergen, genç yetişkin, meslek, eş, anne, baba oluş vs ile sosyal roller genişleyerek yaşamın içerisinde var oluşumuzu belirler. Yetişkin sosyal rolleri üzerinde yapılan sınıflama çalışmasında bu araştırmada ev bakımı, çocuk bakımı, evlat, ilişkisel roller, akademik roller, teknoloji kullanımı ana başlıkları altındaki roller incelenmiştir.

Ev Bakımı Rollerinde Toplama/Düzenleme, Temizleme, Doktorluk yapma, Ütüleme, Yemek yapma, Çamaşır yıkama/katlama/yerleştirme, Doğurma, Ev işleri için yardım alma, İşe gitme, Evi programlama, Alışveriş yapma, Para kazanma, Ev geçindirme, Ev süsleme, Aynı anda çok işle uğraşma rolleri

Çocuk Bakımı Rollerinde Çocuklara bakım verme, Çocuk yedirme, Uyutma/Uyandırma, Oyalama, Öğretme, Ödev yaptırma, Çocuklar için yardım alma, Çocuklarıyla oynama, Faaliyet üretme, Yaratıcı fikir üretme, Çocukları takip etme rolleri

Evlatlık Rolünde Ziyaret etme, İhtiyaç karşılama, Arama/sorma ve Bakım verme rollerine

İlişkisel Rollerde İlişkileri idare etme, Sosyalleşme, Misafir ağırlama, Eşine bakım verme, Sorunları çözme ve İlişkileri onarma rollerine

Akademik Rollerde Okuma, Yazma, Öğrenme ve Araştırma rollerine

Teknoloji Kullanımında Sosyal medyada gezme, İnternet alışverişi yapma, Dijital oyun oynama ve TV/Film/dizi seyretme rollerine bakılmıştır.

Transandant Rol: Transandant rol kendi dışımıza çıktığımız, evreni yaşamı sorguladığımız ve Rab ile ilişki geliştirdiğimiz rollerdir. Çocuğun oyun oynamaya başladığı evcilik oyunları transandant role geçiş için iyi bir örnek olabilir. Çocuk hem anne rolünü deneyimlerken hem de anne rolünden kendi çocuk rolüne dışarıdan bakmaya fırsat bulur. Kişilerin sorun çözme yetilerinin gelişmesi, içinde yaşadıkları olayları dışarıdan bir göz gibi değerlendirmeyi becerebilmesiyle söz konusu olur. Çocukluk çağından ziyade gençlik ve yetişkinliğin meselesi olan transandant rol kişinin anlam arayışında önemli bir payda tutarken, kişilerin eş seçiminde ortak “değerler” ve “bakış açıları” olarak sık sık karşımıza çıkar. Ve bir uyum, tamamlanma ya da çatışma alanına çanak tutabilir. Bu çalışma içerisinde pandemide değişen transandant rolleri içeriğinde İnanma ve İbadet Etme başlıkları sorgulanmıştır.

AMAÇ

“Hayatın boşluk kabul etmediği” gerçeğinden hareketle, eski normali normal kabul ettiğimizde büyük bir değişimin hayatlarımızı ve dolayısı ile rollerimizi etkilediği bir gerçek… Rol kuramı üzerinden yapılacak bir çalışmanın pandemi öncesi ve sonrası değişenlerini anlamlandırmamıza, somutlaştırmamıza yardımcı olacağı düşüncesinden hareketle bu çalışmanın çatısı oluşturulmuştur. Pandemi sürecinden, yaşamımızın etkilenmeyen hemen hemen hiçbir detayı kalmamışken, kadın rolümüzdeki değişimler, kadınlık rollerimize eklenenler veya bu rolün içinden çıkanların incelenmesi bu çalışmanın amacı olarak tayin edilmiştir.

YÖNTEM

Bu rol kategorileri içeriğinde pandemi süresinin öncesinden bu güne dek davranışlarda meydana gelen değişimler, Rol Kategorilerindeki üst başlıklar baz alınarak düzenlenen anket içeriğinde incelenmiştir.  Nicel araştırma yöntemi ile ve online anket kullanılarak yapılan bu araştırmada anket sosyal medya üzerinden paylaşılarak, 19 yaş ve üzeri, kadın ve erkek yetişkin katılımcılara uygulanmıştır. Pandemide kadın rollerinde ortaya çıkan değişimlerin mukayeseli bir şekilde ortaya konabilmesi için kadın ve erkeklerden anket doldurmaları istenmiş ve toplamda 386 katılımcıya ulaşılmıştır. Katılımcıların, pandemi sürecinde son 1 yıl içerisinde rollerindeki değişimi; Çok Azaldı, Azaldı, Değişmedi, Arttı ve Çok Arttı şeklinde düzenlenen 5’li likert ölçekle incelenmiştir. Çeşitli rol başlıklarında ve bu rollerin içeriklerinde nasıl değişimlerin olduğu; bu değişimler içinde kadınların en çok hangi rollerinden veya hangi normallerinden vazgeçtikleri, azalan rol içeriklerinin yerinin hangi başka rollerle doldurdukları, değişimlerin erkek ve kadın grupları karşılaştırıldığında kadınların rollerindeki mukayeseli değişimleri istatistiksel sonuçlarla incelemek mümkün olacaktır. 

BULGULAR

386 katılımcı ile yapılan anketimize katılanların %62si kadın (242 kişi) %37’i ise erkektir (144 kişi). %80 oranında orta düzey ekonomiye sahip, %74’ü ise evli bireylerden oluşmaktadır. Katılımcıların %58i kendisini orta düzeyde dindar olarak, %36’sı yüksek oranda dindar olarak tanımlamıştır.

Kadın ve erkekler karşılaştırıldığında Ev bakım, Psişik roller ve Sosyal rollerde 0,01 düzeyinde, Somatik roller ve Çocuk Bakım rollerinde ise 0,05 düzeyinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Bu fark, pandemi ile birlikte kadınlarda bu rollerin daha fazla değişim gösterdiğini ifade etmektedir. Evlatlık rollerinde, ilişki rollerinde ve akademik rollerde ise kadın ve erkekler arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.

Kadınların yaş grubuna göre pandemi öncesi/sonrası karşılaştırması yapıldığında sosyal roller, ev bakımı rolleri, evlatlık rolleri ve akademik rollerde 0,05 düzeyinde anlamlı bir fark göze çarpmaktadır. 55 yaş ve üzeri kadın katılımcıların sosyal rollerde ve evlatlık rollerinde anlamlı düzeyde azalma görülürken, 19-25 yaş aralığının pandemi ile birlikte akademik rollerinde 0,01 düzeyinde anlamlı bir artış göze çarpmaktadır. 19-25 yaş ile 35 yaş ve üstü bireylerin psişik rolleri arasında 0,01 düzeyinde anlamlı bir fark görülmektedir. Bu durum, 19-25 yaş aralığının pandemiden duygusal olarak daha fazla etkilendiğini ortaya koymaktadır. Yaş arttıkça somatik roller, sosyal roller, psişik roller ve akademik roller anlamlı düzeyde azalmaktadır.

Kadınların evde çalışan, ev dışında da çalışan ve öğrenci olanları karşılaştırıldığında; evde çalışan ile ev dışında da çalışan kadınlar arasında akademik rollerde, psişik rollerde, çocuk bakımı rollerinde ve transandant rollerde anlamlı farklar görülmektedir. Çocuk bakım rolleri ve transandant rolde ev hanımları 0,02 düzeyinde anlamlı bir farkla öne çıkmaktadır. Psişik rollerde ev hanımı kadınlar ile öğrenci kadınlar arasında anlamlı bir fark ortaya çıkmaktadır. Somatik rollerde bekar ve öğrenci kadınlar daha yüksek puanlar alırken, ev hanımları orta düzeyde, ev dışında da çalışan kadınlar ise en düşük puanları almaktadır. Ev dışında çalışan kadınların pandemi sonrasında somatik rollerde kendine daha az zaman ayırdığı söylenebilir. Sosyal roller ev hanımlarında daha yüksek, ev dışında da çalışan ve öğrencilerde daha düşük seyretmektedir. Akademik roller, ev hanımı olanlarda daha düşük seyrederken, öğrenci ve ev dışında da çalışan kadınlarda daha yüksek düzeyde görülmektedir.

Kadınların pandemi öncesi ve sonrasındaki rol değişimleri çocuk sayısına göre değerlendirildiğinde tek çocuklu ve çocuksuz kadınların akademik rollerinde artış görüldüğü, 2 çocuklu annelerin akademik rollerinin pandemi ile birlikte anlamlı şekilde düştüğü, 3 çocuklu annelerin biraz daha bu rollerini geliştirdikleri ancak 4 çocuk ve üstü sayıda çocuk sahibi olanların akademik rollerinin pandemi ile birlikte çok düştüğü gözlemlenmektedir. Psişik roller açısından değerlendirildiğinde çocuklu kadınlar ile çocuksuz kadınların ruh hallerinin pandemi ile birlikte anlamlı bir farkla değiştiği görülmektedir. Pandeminin çocuksuz kadınların ruh hallerini daha çok etkilediği söylenebilir. Psişik roller çocuksuz kadınlar ile 1 çocuklu anneler arasında 0,05 düzeyinde anlamlı bir fark ortaya koyarken, çocuksuz anneler ile 2 çocuk ve üstü sayıda çocuk sahibi anneler arasında bu fark 0,01 düzeyine yükselmektedir. Tek çocuklu annelerin ev bakımı rollerinin, tansandant rollerinin ve somatik rollerinin pandemi ile birlikte çok gerilediği görülmektedir.

Kadın ve Erkek katılımcıların sonuçları roller bazında değerlendirildiğinde

Somatik rollerde Yemek yapma ve Uyuma davranışı kadınlarda artmış, Spor yapma her iki cinsiyette de azalmış, Cinsellik ise her iki taraf için de benzer sonuçlar vermiştir. Özbakım ve süslenme oranlarında cinsiyetler bazında bir farklılığa rastlanmamıştır.

Sosyal Roller içeriğinde Ev Bakım Rolleri cinsiyet farklılıkları açısından incelendiğinde kadınların temizlik yapma ve yemek yapma davranışları erkeklerden daha fazla artmıştır. Erkeklerde ütüleme, evi süsleme, işe gitme ve para kazanma davranışları pandemi öncesi ile aynı kalırken kadınların bu davranışlarında azalma görülmüştür.  Derleme, Toplama, doktorluk yapma, çamaşır yıkama, ev işleri yardımı, evi programlama, alışveriş, çocuk beslenmesi gibi rollerde cinsiyetler arası bir farka rastlanmamıştır. Çocuk bakım rolleri, ilişki rolleri ve evlatlık rollerinde kadın ve erkeklerin davranışları genel olarak aynı kalmıştır. Akademik rollerde ise Okuma araştırma ve öğrenme rollerinde kadınlarda görülen artış daha yüksek orandadır. Teknoloji rolleri incelendiğinde ise Sosyal medyada gezme davranışı, İnternet alışverişi ve film/dizi seyretme davranışları yine kadınlarda daha yüksek bir artış almıştır.  Ancak dijital oyun oynamada cinsiyetler arası fark görülmemiştir.

Psişik rollerde, Sıkılma, Tedbir alma duygusunda artış her iki cinsiyette de var ancak kadınlarda daha fazladır. İlgilenilme duygusunda, Dedikodu davranışında azalma her iki cinsiyette de benzer oranlardadır. Eğlenme her iki cinsiyette de azalmış ama kadınlarda daha da düşmüştür.

Transandant rol içeriklerinde cinsiyetler arası bir fark görülmemiş olup İbadet etme davranışı erkeklerde biraz daha fazla artış göstermiştir.

Ankete katılan kadınların rol içeriklerinde yaşları baz alınarak hangi değişimlerin görüldüğüne bakıldığında yeme davranışının en fazla 35-45 yaş aralığında artış gösterdiği, gezme davranışının en fazla 19-25 yaş aralığında azaldığı, uyuma davranışının da yine en fazla 19-25 yaş aralığında arttığı görülmüştür. Evin toparlanması ve temizlenmesi ile ilgili davranış en fazla 25-35 yaş arası kadınlarda artış göstermiştir. İşe gitme davranışındaki en büyük azalma ve buna paralel olarak para kazanma oranında da düşüş en fazla 45-55 yaş arası kadınlarda olmuştur. Evin toparlanması, süslenmesi ve evde aynı anda çok işle uğraşma davranışlarının da en fazla 55-65 yaş aralığında düştüğü saptanmıştır. Büyüklerin evlerinin ziyaretinde yaşanan büyük değişimin bu sonucu büyük oranda değiştirdiği düşünülmektedir. Çocuklara bakım verme, çocuk oyalama, çocuklara öğretmenlik yapma, ödev yaptırma, çocuklarla oynama, çocuklar için yaratıcı fikirler ve faaliyetler üretme, çocukları takip etme gibi genel anlamda çocuklarla ilgili rollerin içeriklerinde en fazla 35-45 yaş arası kadınların grubunda artış gözlemlenmiştir.

Evlatlık rolünde arama sorma davranışı en fazla 55-65 yaş aralığında artış göstermiştir. İlişkilerle ilgili maddeler incelendiğinde ilişkileri idare etme davranışı yine en fazla 55-65 yaş aralığında artış göstermiştir. Bunun eve kapanma, karantinada olma durumu ile paralellik gösterdiği düşünülmektedir.

Akademik rollere bakıldığında, okuma, araştırma ve öğrenme paydalarının en fazla 19-25 yaş aralığındaki kadınlarda arttığı görülürken, yazma davranışının en fazla 55-65 yaş aralığında yükseldiği gözlemlenmiştir.

Teknoloji kullanımıyla ilgili sosyal medyada gezme, internet alışverişi yapma ve dijital oyun oynama oranlarının en fazla 25-35 yaş aralığında arttığı gözlemlenirken bu konularda ikinci en yüksek artışı 19-25 yaş aralığı takip etmektedir. 

Psişik Roller üst başlığı incelendiğinde, Sevgi gösterme, ilgi gösterme ve sevgi görme davranışının en fazla 55-65 yaş aralığında arttığına rastlanılmaktadır.  Sıkılma duygusu, kabullenme duygusu ve susma davranışı en fazla 19-25 yaş aralığında gözlemlenmiştir. Tedbir alma davranışında da 19-25 yaş aralığı ile 55-65 yaş aralığı en fazla artış olan yaş gruplarıdır. Kavga eden, tartışan rollerini en fazla 19-25 yaş aralığı kullanırken, kendini anlatma davranışının en fazla 25-35 yaş aralığında olduğu göze çarpmaktadır. Zihnen yorulmanın 19-25 ile 35-45 yaş gruplarında arttığı görülmüştür. Duygusal yorulmanın 19-25 ile 55-65 yaş gruplarında daha etkili olduğu bulunmuştur. Bu bulgu kaygılanma seviyesinin de en fazla bu yaş grubunda artmış olması ile desteklenmektedir.  Korkma duygusunu en fazla yaşayan, yalnızlaşmayı daha fazla hisseden ve kendi içine dönme davranışı geliştiren grup ise yine 19-25 yaş grubudur. Belki bu duygularla ilgili olarak da en fazla sitemli hisseden grup da yine 19-25 yaş aralığıdır. Eğlenme duygusunun ise en fazla 55-65 yaş grubunda ve 25-35 yaş grubunda azaldığı görülmektedir. Teknoloji kullanımında 25-35 yaş aralığında görülen artış bu eğlence duygusundaki azalma ile açıklanabilir.

Transandant rollerde inanma duygusunun ve ibadet etme davranışının en fazla 55-65 yaş aralığında artış gösterdiği gözlemlenmiştir. Pandeminin daha riskli gruplarında bu rollerin artışı manidar görünmektedir.

Medeni durum üzerinden yapılan değerlendirmede ise evli kadınların alışveriş, yemek yapma davranışlarında bekarlara oranla artış gözlemlenmiştir. Sosyalleşme ve ailesini ziyaret etme davranışlarının evlilerde daha fazla azaldığı, görülürken okuma, yazma, araştırma ve öğrenme davranışlarında bekarların daha aktif oldukları göze çarpmaktadır. Sosyal medyada gezme, internet alışverişi, dijital oyunlar evlilerde daha fazla artarken, film izleme davranışı bekarlarda daha çok artmıştır. Yine bekar kadınların sıkılma, tedbir alma, duygusal yorulma, zihnen yorulma, susma, kaygılanma, korkma, kaygılanma kendi içine dönme, kendini dinleme, yalnızlaşma ve kabullenme davranışlarının daha fazla arttığı görülmüştür. Bu 19-25 yaş aralığında görünen bilgilerle paralellik arz etmektedir. Evli bekarlar arasındaki en büyük değişim dinlenebilme davranışında göze çarpmaktadır. Evlilerde azalan dinlenme davranışı bekarlarda artmaktadır. İbadet etme ve inanma gibi tansandant rollerde ise evlilerde daha büyük bir artış görülmektedir.

Kadınlar evde çalışan ve ev dışında da çalışan olarak mukayese edildiğinde somatik roller ve ev içi rollerde büyük farklar göze çarpmazken, evde çalışan annelerin ev dışında da çalışan annelere oranla çocuklarla ilgili tüm başlıklarda daha fazla bakım veren oldukları, öğreten rolünde daha çok yer aldıkları gözlemlenmiştir. Ev dışında çalışan kadınların okuma, öğrenme ve araştırma faaliyetlerinde evde çalışan kadınlara oranla daha fazla artış gösterdikleri göze çarpmaktadır. Bunun bireysel alana daha fazla zamanları olması ile açıklanabileceği düşünülmektedir. Teknoloji kullanımında az farkla ev dışında çalışan kadınlarda artış vardır. Ev hanımlarında kabullenme duygusunda artış daha fazla iken, dinlenebilme davranışlarında azalma göze çarpmaktadır. Zihnen ve duygusal olarak yorulma davranışı da ev hanımlarında az farkla daha çok artmıştır. Ev dışında çalışan kadınlarda kendi içine dönme, kendini dinleme ve yalnızlaşma hislerinde daha fazla artış olmuştur.  Evde çalışan kadınların inanma duygusu ve ibadet etme davranışlarında ev dışında da çalışan kadınlara oranla daha fazla artış gösterdikleri bulunmuştur.

Kadınların çocuk sayısı baz alınarak pandemi öncesi/sonrası davranışlarında yaşanan değişimler değerlendirildiğinde; yeme davranışının 4 ve üzeri çocukları olan kadınlarda çok arttığı görülmüştür. Çocuk sayısı arttıkça kadınların yemek yapma, yeme, yorulma, evi toparlama, aynı anda çok fazla işle uğraşma, ilişkileri idare etme, çocuk bakma ve çocuk yedirme davranışlarında bir artış olduğu gözlenmiştir. Özellikle 4 ve üstü sayıda çocukları olan kadınların ev içi rollerindeki artış fazladır. Kendine özbakım verebilme davranışının en fazla 4 çocuklu annelerde azaldığı görülmektedir. Diğerlerinde özbakım davranışı pandemiden büyük oranda etkilenmemiştir. Cinsellik davranışı en çok 1 çocuklu kadınlarda, spor yapma davranışı en çok 2 çocuklu kadınlarda azalmıştır. İşe gitme davranışındaki en büyük azalma tek çocuklu annelerde olmuştur. 3 çocuklu annelerin çocuk oyalama davranışının diğerlerine oranla daha fazla arttığı, tek çocuk annelerinin ise çocuklarıyla oynama, yaratıcı fikirler üretme ve faaliyet üretme noktasında daha aktif rol aldıkları göze çarpmaktadır. Ebeveynlerini arayıp sorma davranışında pandemi etkisi ile artış gösteren de yine tek çocuklu anneler olduğu görülmüştür. Diğer gruplar bu konuda büyük bir değişim göstermemiş eski alışkanlıklarını devam ettirme eğiliminde olmuşlardır. Tek çocuklu annelerin okuma davranışı pandemi sonrasında diğer gruplara oranla daha büyük bir artış göstermiş, çocuksuz gruba bile fark atmıştır. Kadınların öğrenme ve araştırma davranışlarının çocuk sayısı arttıkça azaldığı görülmektedir. Sosyal medyada zaman geçirme, film, dizi seyretme ve dijital oyun oynama davranışının en fazla 4 çocuklu annelerde, internet alışverişi en çok tek çocuklu annelerde daha çok artmış gibi görülmektedir. Sevgi gösterme davranışında çocuk sayısı arttıkça bir artış gözlemlenmiştir. Kızma davranışında 3 ve 4 çocuklu anneler davranışlarında artış olduğunu belirtirken, sıkılma davranışı en çok çocuksuz ve 4 çocuklu annelerde artış göstermiştir. Tedbir almada tek çocuklu anneler bu davranışlarındaki artışla diğer annelerden ayrılmaktadır. İlgi gösterme davranışında ve duygusal yorulmada 4 çocuklu anneler öne çıkmaktadır. Çocuk sayısı arttıkça dinlenme davranışı azalmaktadır.   Tek çocuklu anneler ve 3 çocuklu annelerde bazı rollerde daha fazla zorlanmalar olurken, 3’ün üstü sayılarda çocukları olan özellikle 4 ve üstü çocuk sayısında rollerde pandemi ile pek bir değişim olmadığı görülmektedir. 3 çocuklu annelerin bu alanda bir zorlanmaları olduğu göze çarpmaktadır.  Mesela nazlanma ve eleştirilme davranışı en çok 3 çocuklu annelerde azalmıştır. Kaygılanma ve korkma derecesinin çocuksuz ve 5 çocuklu annelerde daha fazla arttığı görülmüştür. Çocuksuz annelerin kendi içine dönme, kendini dinleme ve yalnızlaşma davranışı daha fazla artarken, eğlenme oranın da en fazla çocuksuz anneler de düşüş göstermiştir. İnanma ve ibadet etme sorularında 3 çocuklu anneler pandemiden sonra en çok artış işaretleyen anneler olmuşlardır.

SONUÇ ve ÖNERİLER

Pandemi öncesi ve sonrası mukayese edildiğinde davranışlarımız, duygularımız, rollerimiz katmanlarında nelerin nasıl değiştiği üzerine yapılan bu araştırmada genel olarak kadınların yaşadıkları rol farklılaşmaları üzerinde durulmuştur. Buna göre yaş, meslek, medeni durum ve çocuk sayısı baz alınarak ve genel anlamda kadınların erkeklerle mukayesesine bakarak nerelerde değişimler olduğu göz önüne serilmeye çalışılmıştır. Rol içerikleri de kendi aralarında değerlendirilerek neticelere ulaşılmış ve bazı tahminler öne sürülmüştür. Yaşamın biricik oluşumuzu sağlayan “ben” lerinden çıkan rollerin topluma yansıyan yönleri ile kadınların farklı yaşlarda ve farklı şartlarda pandemiden farklı şekillerde etkilendikleri ortaya çıkmaktadır. Pandemi sonrasında da buna benzer bir çalışmanın yapılması; normalleşme sürecinin takibi, eski normal ve yeni normaldeki rollerimizin mukayesesi daha bütüncül bir bakış açısına sahip olmamızı sağlayacaktır.

KAYNAKÇA

Altınay, Deniz. (2000). Psikodrama Grup Terapisi El Kitabı, Sistem Yayıncılık.

Altınay, Deniz. (2010). Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar, Sistem Yayıncılık.

Saul, J. (2014). Collective Trauma, Collective Healing: Promoting Community Resilience in the Aftermath of a Disaster. New York, NY: Routledge.

Budak, Selçuk. (2000). Psikoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Karataş, Zeki. 1 COVID-19 Pandemisinin Toplumsal Etkileri, Değişim ve Güçlenme Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi TUSHAD e-ISSN (2602-3393).

Kaya, Burhanettin. (2018). Pandeminin Ruh Sağlığına Etkileri, Klinik Psikiyatri Dergisi Editörü, İstanbul, Türkiye. https://orcid.org/0000-0002-6480-1451

Moreno, J. L. (1934). Who Shall Survive? New York: Bacon House.

Taylor, S. (2019). The Psychology of Pandemics: Preparing for the Next Global Outbreak of Infectious Disease. Cambridge Scholars Publishing

Yılmaz, B. (2018). Toplumsal Bunalım. Mülkiye Dergisi, 42 (4), 651-655.

Kategoriler: DERNEK